10. KENDI BASINA BIR KITA: MADAGASKAR
Zifiri karanligin icinden bana bakan bir cift kan kirmizisi gozu farkettigimde artik cok gecti. Bu gozlerin sahibi yildirim hiziyla uzerinde durdugu agac dalindan zipladi ve uzerimden gecerek gurultuyle patikanin obur tarafindaki dallarin arasinda kayboldu. Gecenin icinden bana dogru dikilmis iki gozun verdigi korku tam sevince donusurken huzunle sonuclanmisti. Maalesef bu etkileyici canliyla ilk kez karsilasmam sadece 4 saniye surmustu. Hizli hareketleri, vucut hatlari ve yasadigi ortam nedeniyle bunun bir fare lemuru oldugunu kestirmek zor olmamisti. Yine de gece daha yeni basliyordu ve kafa lambamin isigini ayarlayarak, rehberimle agac tepelerinde parlayan diger gozleri aramak icin tekrar yola koyulduk.
        Insanin bu tarih oncesinden gelen akrabasiyla dogal ortaminda karsilasma, dunyada sadece Madagaskar’da mumkundur. Bircok acidan dunyanin en essiz ulkelerinden olan Madagaskar, bir adadan cok bir kitayi andirir. Yaklasik 100 milyon yil once, jeolojik olaylar ve kita tabaninin hareketiyle Afrika'dan ayrilmis olan, yaklasik Turkiye buyuklugunde bu adada yasayan canlilarin %95'ini dunyanin baska bir yerinde gormek imkansizdir. Bunun sebebi, bu turlerin hemen hemen hepsinin soyunun, Madagaskar Afrika'dan ayrildiginda (jeolojik olarak hizli olsa da, tabi bu yuzbinlerce, milyonlarca yillik bir surecti) adanin uzerinde yasayan canlilar ile, adaya Afrika’dan seller sonucu denize suruklenen olu agac ve toprak kumelerinin uzerinde tesadufen bulunan canlilarin kokeninden gelmis olmasidir. Bir bakima 50 ila 100 milyon yil once Dogu Afrika'dan yasayan canlilarin bir kismi alinmis, digerlerinden soyutlanmis ve bir kosede milyonlarca yil kendi hallerine birakilmistir. Bu uzun evrim surecinin sonunda da, ortaya Afrika'dan tamamen farkli bir doga ortaya cikmistir. Bugun Madagaskar'da, aslan, zurafa ve diger Afrika'nin tipik canlilarini gormememizin sebebi, Madagaskar Afrika'dan koptugunda bu canlilarin hicbirinin daha ortaya cikmamis olmasidir. Oyleki Madagaskar ilk olarak Afrika'dan kopmaya basladiginda, dunyaya dinozorlar hakimdi. Dinozorlarin baskin cikmasi nedeniyle, o zamanlar memeliler turce az, ve ortalama tavsan buyuklugundeydi. Bu yuzden gunumuzde Madagaskar'da yasayan memelilerin hicbiri 25 kiloyu asmaz (tabi yaklasik 1500 yil once gelmis olan insan ve beraberinde getirdigi canlilar haric) ve hemen hemen hepsi bu ilkel memelilerden evrimleserek ortaya cikmistir. (her ne kadar Madagaskar'da soyu tuketilmeden once cuce bir su aygiri turu vardiysa da, bunun atalarinin sonradan yuzerek Madagaskar'a geldigi dusunulmektedir).
        Jeolojisi ve canlilarinin cesitliligi ve ozgunlugu nedeniyle bir mini-kita sayilabilecek bu ada, her biyologun birgun ziyaret etmeyi hayal ettigi dunyanin en degerli doga hazinelerinden biridir. Maalesef bu essiz adaya gelen en son turlerden biri olan insan, dunyain bircok adasinda oldugu gibi, burada da bu essiz cesitlilige buyuk kayiplar vermistir. Diger kara parcalarindan soyutlanmalari nedeniyle adalar hizli evrimlesme acisindan cok uygun olsalar da, bu soyutlanma, adalarda yasayan canlilarin hizla degisen kosullara uyum saglayamamasi demektir. Bu yuzden dunya tarihinde adalarda yasayan turler, insanin elinden en cok cekmis canlilardandir. 1500 yil once ilk kez Madagaskar'a gelen insanoglu, goril buyuklugundeki lemurlardan (ki bugun en buyuk lemur yaklasik 3 yasinda bir cocuk buyuklugundedir) belki de gelmis gecmis en buyuk kus olan 500 kiloluk filkuslarina kadar (Aepyornis) bircok muhtesem canlinin neslini tuketmislerdir. Gunumuzde de bu surec giderek hizlanarak devam etmektedir ve dunyanin en fakir ulkelerinden olan Madagaskar'daki dogal bitki ortusu ve hayatlari buna bagli olan binlerce canli turu yok olmanin esigindedir Bu bakimdan Madagaskar dunya capindaki bircok cevre orgutu tarafindan dunyanin bir numarali cevre koruma onceligi ilan edilmistir. Iste bu yuzden, her ne kadar biyolojik acidan Afrika'dan farkli olsa da, benim icin  Madagaskar "Yok Olan Turlerin Izinde-Afrika" projesinin en onemli bolumlerinden biriydi ve Guney Afrika'da 10 gun gecirdikten sonra Madagaskar'a gectim. 
        Daha ada altimizda belirir belinmez ada dogasini tehdit eden en buyuk sorunlardan biri karsimdaydi. Cok az kisminda elektrik olan Madagaskar'da geceleyin ucaktan farkedilen tek isik kaynagi, sonu gelmeyen arazi yanginlariydi. Yuzlerce kilometre alan alev alev yaniyordu. Ucak bir saat boyunca yol olmasina ragmen, goruntu hic degismiyor, amansiz ates cepheleri her yone dogru duraksamadan ilerliyordu. Yurdumuzun bircok kesimlerinde oldugu gibi, burada da koyluler, topragi yakmanin verimi arttiracagini dusunerek her yil kurak mevsimde tum adayi atese verirler. Maalesef ulkemizde oldugu gibi, burada da ates tum bitki ortusunu yakip topragi kurutur ve birkac ay sonra baslayan yagmurlar binlerce ton paha bicilemeyen topragi denize surukler. Bunun yaninda yanginlar otlak alanlardan dogal bitki ortusunu olusturan ormanlara sicrayarak giderek yok olan bu benzersiz ormanlari ve canlilarini her yil daha da kucuk bir alana hapseder. Bu yuzden bir zamanlar zumrut gibi ormanlarla kapli olan Madagaskar'in cogu bugun son derece kirac bir araziyle kaplidir ve erozyonun sonucu toraktan fiskirmis kayalar, bir cesetten cikmis kemikleri andirir.
Yere ayak basar basmaz, bu ekolojik felakete meydan veren ekonomik sikintilarin ne kadar vahim oldugunu anladim. Gumrukten gecer gecmez, etrafim bir duzine pacavralara burunmus insan tarafindan sarildi ve hepsi bagajimin ve vucudumun cesitli yerlerine yapisip beni farkli yonlere cekmeye basladi. Bir an linc ediliyorum sandim, sonra da soyuldugumu dusundum. Ama bu hayatta hicbir seye sahip olmayan bu guruhun benden tek istegi, cantalarimi tasimak ve karsiliginda birkac kurus kazanmakti. Her ne kadar yardim etmek istesem de, hem bu insanlara degerli ve hassas malzemelerimi teslim etmeye guvenemedigimden, hem de karsiliksiz para dagitmanin sadece bu insanlari yabancilara bagimli dilenciler haline getireceginden, yogun bir mucadele sonucu kendimi zor kurtardim ve terminalimin disina firladim.
 
 

Bukalemun yildirim hiziyla dilini firlatiyor

Boyu uzunlugundaki dili cekirgeyi onikiden vuruyor

Bukalemun mutlu bir sekilde cekirgeyi yutuyor
        Allahtan Madagaskar'da yalniz degildim. Bir sure sonra  tercuman ve rehberligimi yapacak Laleyn'i buldum ve adanin ortasindaki baskent Antananarivo'ya (kisaca Tana) dogru yola koyulduk.Daha baskente giden yolda bile burasinin Afrika'dan ne kadar farkli oldugu ortadaydi. Bulundugumuz rakima gore (yaklasik 1000 metre) hava gayet serindi. Afrika'da gormeye alistigim muz veya misir tarlalarinin yerine, yolun iki tarafi da batakligi andiran celtik tarlalariyla kapliydi. Kokeni Asya'ya dayanan horguclu zebu sigirlari yolda agir agir yuruyor, merakla bize bakan, acik kahverengi derili, duz siyah sacli ve bazilari cekik gozlu olan insanlar, bana Indonezya'da oldugum hissini veriyordu. Esasinda bu pek de yanlis bir izlenim degildi cunku Madagaskar'a ilk gelen insanlarin, sanilacagi gibi Afrika'dan degil, Asya'dan, buyuk ihtimalle de denizciligin gelismis oldugu simdiki Indonezya ve cevresindeki adalardan geldikleri dusunulmektedir. Her ne kadar daha sonraki yuzyillarda Afrika'dan gelenler olduysa da (ki Sakalava gibi Madagaskar'in bati sahilindeki bircok kabilenin bireyleri zenci hatlarina sahiptir), gunumuzde de bu ada halkinin cogu Indonezyalilari, ozellikle de koyu derili Sulawesi adasinin sakinlerini andirir. Bunun yaninda, adada yetisen bircok urun ve bircok adet de Asya kokenlidir. Bunlarin belki de en onemlisi olan pirinc, adanin hemen her tarafinda yetisir ve kutsal sayilir. Ote yandan, adaya insanlar geldiginden beri adadaki dogal bitki ortusunun cogu, pirinc yetistirmek icin yok edilmistir ve gunumuze, adanin ortasindaki dogal bitki ortusunun hemen hepsi tamamiyle yok olmustur. 
        O gece gittigim lokanta, Madagaskar'da Fransiz etkisinin hala ne kadar guclu olduguna iyi bir ornekti. Her ne kadar Madagaskar 40 yildir bagimsizsa da, 300 yili askin bir sure bir Fransiz kolonisi olmasindan dolayi halen bu etki devam etmektedir. Nufusun cogunun Fransizca konusmasinin yaninda, lokantadaki menuden  ye kadar, her yerde Fransiz etkisi gorulmektedir. Gittigim lokanta da, Paris'teki bir lokantadan farksizdi. Benze sekilde, kaldigim pansiyonun sahibi, "Bon jour, monsieur" diye beni uyandirip, baton ekmek, tereyeag, recel ve caydan olusan kahvaltimi getirdiginde de, kendimi Fransa'da olmadigima ikna etmem pek guc oldu. Kahvaltidan sonra panjurlari actigimda, sabah gunesinin kirmizi tuglalarin uzerine gelmesiyle yarattigi etki, bir an Tana'nin alevler icinde oldugunu sanmama yol acti. Her ne kadar nufus artisi ve duzensiz yapilasma nedeniyle Tana pek guzel bir sehir olmasa da, yine de bircok tepenin uzerinde yukselen ve ozgun bir tarzla insa edilmis binalar, buraya orijinal bir hava veriyordu.
Aniden rehberim Laleyn'in, "Gec kaldik Mosyo" diye kapiya vurmasi beni kendime getirdi. Alelacele 50 kiloyu asan bagajimi arabaya yukledikten sonra, hizla yola koyulduk. Ama daha 2 km gidemeden araba durdu. Dunyanin en fakir ulkelerinden oplan Madagaskar'da hemen hic kimsenin yeni bir araba almaya parasi yetmedigi icin, ulkedeki bircok araba gibi bu da elden dusme, 40 yillik bir antikaydi ve uzun omrunun sonuna yaklasmisti. Ucagin kalkmasina 30 dakika kalmasinin panigiyle arabayi zarzor tamir ettik ve en sonunda havaalanina varip, etrafimiza ususen dilenci/hamallari sanki dev haserelermiscesine kovduktan sonra (bunun icin en etkili yontemlerden biri, kimsenin takmadigi, Fransizca "Hayir" demek olan "Non" yerine, Madagaskar'ca "Tsi misi" demek) ve pervaneleri donmeye baslamis olan ucaga kendimi son anda attim. Madagaskar maceram tam anlamiyla baslamisti.
        Gunduz isiginda. Madagaskar'in bitki ortusunun ne derecede yok edildigi daha da dramatik bir sekilde gozler onundeydi. Yarim saattir ucuyor olmama ragmen, arazi hep ayniydi. Yuzlerce kilometrekare, derin yariklarla dolu, hicbir seyin yetismedigi topraksiz bosluklarla kapliydi. Huzunle Ic Andolou da ve Turkiye nin diger bolgelerinde gordugum benzer goruntuleri dusundum. Aynen ulkemizde oldugu gibi, buranin yerlileri de her sene kurak mevsimde topraga faydasi olacagini dusunerek anizi atese verirle. Haftalarca, aylarca suren bu yanginlar, Madgaskar'a ozgun, biyolojik acidan paha bicilemez ormanlari yok ettigi gibi, topragi yerinde tutan cali ve otlari da ortadan kaldirarak, yeryuzunu ruzgar ve yagmurun insafina birakir. Bunun sonucunda, her sene Madaaskar milyonlarca ton toprak kaybetmektedir.
        Binlerce yil boyunca, tropik bolgeler de yasayan sayisiz kabile, en fazla birkac hektari bulan arazi parcalarinin agaclarini keserek buralara birkac bitki  Ama giderek yogunlasan ve 6 milyarlik bir kriz haline gelen insan nufusu yuzunden artik bu yontem ormanin toparlanmasina izin vermiyor. Cekirge suruleri gibi son kalan ormanlara ususen milyonlarca fakir insan, onune geceni kesiyor. Fakat tropik bolgelerde topragi hayatta
tutan orman ortusu oldugu icin, orman yokolduktan sonra toprak da kuruyup erozyonla yok oluyor ve yine topraksiz kalan koyluler, ormanin bir parcasini daha yok ederek, umitsiz bir donenceyi devam ettiriyorlar. Bu sekilde parcasi oldugu dogayi yok eden insan, bir bakteri kolonisin giderek cogalarak kendi atiklarindan zehirlenerek olmesi gibi, hizla tum doganin yok edildigi umitsiz bir gelecege dogru surukleniyor. Bu Madagaskar'da da boyle ve dogal bitki ortusunun %90'ini kaybetmis bu benzersiz doga hazinesini, yaklasik 25 yilda ikiye katlanan insan nufusu hizla kalan son doga parcalarini da yok ediyor.
Tabi hepimizin bildigi gibi, benzer sorunlar su anda ulkemizde de buyuk bir ciddiyetle devam etmektedir. Insanlar ne kadar kendilerini dogadan bagimsiz dusunseler de, hepimiz icinde bulundugumuz ekosistemin bir parcasiyiz ve bu sisteme verdigimiz zararlardan bizim de nasibimizi almamiz kacinilmaz. Bir zamanlar tum Ortadogu'yu kaplayan ormanlar binlerce yildir kesildikleri icin artik yok. Bunlarin yerini alan bozkir
da buyuk bir hizla yerini cole birakiyor. Ayni sekilde, ulkemizin her yerinde orman yanginlari yuzunden heryil binlerce kilometrekare orman yok oluyor ve acikta kalan toprak, ruzgar ve yagmurun etkisiyle hizla yok olup yerini olu kayaliklara birakiyor. Collesme ve yanginlar, amansizca atmosfere saldigimiz karbon dioksit ve diger gazlarin yarattigi sera etkisinden kaynaklanan isi artislari nedeniyle her sene daha da artiyor.
Bu dusuncelerin arasinda ucagin indigini farketmedim bile ama kapilar acildiginda iceri giren sicak hava farkedilmeyecek gibi degildi. Burasi yuksek Tana'nin serin havasindan cok farkliydi. Adanin kuzeybati sahilinin onemli sehirlerinden olan Mahajanga ve insanlari, nemli sicagin getirdigi rehaveti yansitiyordu. Duz catili, beyaz evlerin bir kismi bakimsizliktan yavas yavas curuyordu. Sokakta tek-tuk gordugumuz insanlar ise, agir adimlarla, hic acele etmeden yuruyorlar ve bu goruntuleriyle insanin uykusunu getiriyorlardi. Bu sicak ve nemli havanin icinden gelen agdali ezan sesi ise, buraya bir Ortadogu ulkesi havasi veriyordu.
        Bu ezan, Madagaskar'in bu bolgesine yuzyillardir gelen Arap tuccarlarin bir mirasidir. Karanfilden kole ticaretine kadar ticaretin her turlusunu gerceklestirmis olan Araplar, ayni zamanda burada Islam'in ve Arap kulturunun de izini birakmislardir. Ozellikle sehirlerde bu etki, kendini eski biinalarin tarzi ve sikca rastlanan camilerle belli eder. Giderek artan Hintlerle beraber, ulkenin bu kisminin ilginc bir havasi vardir ve insan ilk baslarda dunyanin neresinde oldugunu kestirmekte gucluk ceker.
        Ozgun tipli Madagaskarli rehberimi ve Madagaskar'in en buyugu oldugu iddia edilen 5 metre capli baobab agacini gorunce nerede oldugumu hatirlamam pek guc olmadi, Bu muazzam agactan etkilenmemek mumkun degildi. Efsaneye gore tanri kazara baobabi yere ters dikmistir. Buna inanmamak pek guctu. Kalin govdesi ve govdesine gore acinacak incelikteki dallariyla, gercekten de baobab tepe-taklak olmus bir agaci andiriyordu. Tabi bu kalin govdenin ekolojik bir sebebi vardir. Baobablar kurak topraklarda yasarlar ve govdeleri kurakliktan etkilenmemek icin yagmur yagdigi zaman buyuk miktarlarda suyu ceker ve tutarlar. Oyleki susuz kalan insanlarin bazi baobab turlerinin govdesine bir boru saplayarak akan suyu ictikleri bile vakidir. Baobablar govdeleriyle fotosentez de yapar ve bu yuzden govdeleri yesildir. Afrika kitasinda sadece bir tek baobab turu olmasina karsin, doganin laboratuari olan Madagaskar'da 6 baobab turu vardir ve ihtisamlarindan etkilenmemek imkansizdir. Maalesef bu muhtesem agaclarin cogu da giderek artan insan nufusunun olusturdugu selin altinda yok olmaktadir. Ates icin oduna ihtiyac duyan milyonlarca Madagaskarli, her yil sayisiz baobab ve diger bitki turunu durmaksizin yok etmektedir.
        Ertesi gun Madagaskar'in yaprak doken ormaninin en iyi (ve son kalan) orneklerinden birinin icinde kurulmus olan Ampijaroa arastirma istasyonuna dogru yola koyuldugumuzda, sabirsizliktan yerimde duramiyordum. Yine de yolda arabayi sik sik durdurmaktan kendimi ala koyamadim. Burasi oyle kendine ozgun bir yerdi ki, insanlarin bozdugu, pirinc tarlalari, otlaklar ve corak araziye donusturdugu ve Madagaskar'a ozgun bitki ortusunun olmadigi yerlerde bile buraya ozgun bazi canlilari gormek mumkundu. Yine de gordugum tur sayisi, ozgun ortamlara gore cok daha azdi tabi. Buna ragmen, nilufer yapraklarinin uzerinde yuruyen Madagaskar cakanasi, bir kamisa konup gozlerini sudaki baliklara dikmis Madagaskar yalicapkini ve kanatlarini basinin onunde birlestirip
yarattigi golgeye siginan baliklari avlayan siyah balikcil gibi buyuleyici canlilar, bir an bu adanin yasadigi trajediyi unutmami sagladi. Ama bu fazla uzun surmedi. Bu sulak alanlari gectikten sonra aniden yogun bir duman bulutunun icine girdik ve bunun sebebini anlamamiz fazla uzun surmedi. Yolun iki yani alev alev yaniyor, sicakligin etkisiyle asfalt yer yer ayakkabimiza yapisiyordu. Madagaskar'in en buyuk trajedisiyle karsi karsiyaydim. Sigirlarini besleyecek otlarin cikmasi icin her yil tum ulkeyi atese veren Madagaskarlilar, en buyuk hazineleri olan dogal kaynaklarini buyuk bir hizla yokolusa dogru goturduklerini bilseler de, fakirligin ve cehaletin zincirini kiramamakta, ve bu felaket senaryosu her sene tekrarlanmaktadir. Bu yanginlar, her sene bir kisim ormani daha yok etmekte ve sigirlarin agac filizlerini yemesi ve geride biraktiklari gubrenin yakit islevi gormesiyle bu felaketin boyutlari daha da atmaktadir. Bu yuzden, bircok bolgede yagan yamur bir zamanlar ormanin icinden 3 gunde yavas yavas sizip kademe kademe akarken, simdi birkac saat icinde sel olarak akmakta ve verdigi zararin yaninda geri getirilemeyecek topragi da beraberinde goturmektedir. Ayni sekilde bir zamanlar kurak mevsimde akan irmaklarin cogu artik kumla kapli yollari andirir. Bu goruntulerin benzerleri ulkemizde de, Karadeniz bolgesinden Guneydogu Anadolu’ya kadar sikca
gorulmektedir. Bir an once bu gidise “Dur” demezsek, bizden kat kat daha fakir
olan Madagaskar'dan bile daha kotu bir durumda olacagiz. 
Ampijaroa’ya varmak, sikintimi biraz hafifletti ve depresyonun yerini hic gormedigim bir dogal ortami ilk kez tecrube etmenin verdigi sinirsiz mutluluk aldi. Varir varmaz, esyalarimi cadirima koydum ve fotograf makinemi ve durbunumu kaptigim gibi rehberim Jacquess'in esliginde ormana girdim. Benim gibi bir biyolog icin bile, keskin gozleri ve yillara dayanan bilgileriyle yorel rehberlerin yardimi paha bicilmezdir. Ozellikle de ekoturizmin gelismesiyle, kuslari, memelileri, bitkileri ve daha nice canliyi bilen yerli rehberlerin sayisi yavas yavas artmakta ve bu yore insanlarina doganin sagladigi bir gelir kaynagi olarak ormanlarin korunmasi icin iyi bir sebep olusturmaktadir.
        Gercekten de Jacques mukemmel bir rehberdi. Daha ilk dakika icinde, benim icin yeni bir kus turu gormustum bile. Goz alici siyah-beyaz deseniyle etkileyici Madagaskar saksagan bulbulu korkusuzca bize bakiyordu. Bu kusun sapanla avlanmaktan korkmadigi belliydi. Bu sekilde avlanmanin az oldugu yerlerde (maalesef burada bile lemurlarin kacak avlandigi oluyor), hayvanlar insanlardan daha az cekinir ve gorulmeleri kolaylasr. Bu da bolgeye daha fazla ekoturistin gelmesini saglayarak, elde edilen geliri arttirir. Bu
narin kusu diger yeni turler takip etti. Fakat gunun en iyi kesfi, sirf Madagaskar'a has olan Mesite ailesinin en ender turu olan beyaz goguslu mesitti. Hem de yururken bir yandan tef sesi cikaran bu kusu gormekle kalmayip, iyi bir fotografini da cektim. “Bundan iyisi olamaz” derken, gecenin bastirmasiyla gorulecek canlilara bir de Madagaska'in sembolu lemurlar eklendi. Bir gece de tam 5 tur lemur gorduk. Fare buyuklugundeki Bati fare lemurundan, ender Firavunfaresi lemuruna kadar agaclar bircok lemurun gozlerinden yansiyan isiklarla donanmisti. Sanki Madagaskar'in hic bozulmamis halini goruyordum. Ama biliyordum ki bu bile kaybedilenlere gore hicbirseydi. Bir zamanlar bu ormanlarda
babunlari andaran yer lemurlari dolasiyor, gollerde cuce hipopotamlar yuzuyor, 500 kiloluk fil kuslari azametle besleniyorlardi. Bu muhtesem canlilari yok eden insanin Madagaskar'in son kalan benzersiz canlilarini yok etmemesi umuduyla, nefes kesici bir gunun sonunda uyku tulumuma cekildim ve uzun gunun yorgunluguyla kendimden gectim.
        Inanmasi guc ama ertesi gun bir o kadar heyecanliydi. Sabah daha gunes dogmadan, yakindaki gole dogru yola ciktik. Hedefimiz, dunyanin en ender yirtici kuslarindan olan Madagaskar balikci kartalini goruntulemekti. Afrika’da sikca gorulen akrabasinin aksine, bu kus dunyanin en ender canlilari arasindadir. Tabi bunun en onemli sebebi, bu canlinin yasadigi gol ve sulak alanlarin Madagaskar’da en hizla yok edilen yasam bolgelerinden olmasidir. Zaten Madagaskar’da fazla rastlanmayan sulak alanlarin cogu, ulkenin en buyuk besin kaynagi olan pirinc yuzunden celtik tarlalarina cevrilmis ve bu da adaya ozgun bircok canliyi yok olmanin esigine getirmistir. Benzer sorunlar yuzunden, ulkemizde de bircok sulak alan ve sukusu yok olmus ve yok olmaktadir.  Madagaskar’da, Madagaskar balikci kartalinin yanisira, dunyanin en ender ordeklerinden olan Bernier ordegi ve bircok balik turunun de soyunun devam etmesi cok zor gozukmektedir. Bulundugumuz golu, ada da balikci kartalin dogal ortaminda gorulme garantisi olan son yerlerden biriydi.  1 saatlik bir yuruyus sonunda, en sonunda bu muhtesem canliyi gorebildik. Hem de tam 3 tanesini birden. Otlarin arasindan gecerek, dizlerime kadar camura batmis bir sekilde golun karsi kiyisindaki agacin tepesine baktigimda, nefes kesici bir goruntuyle karsi karsiyaydim. Teleskobumdan, agacin tepesinde yavrusuna balik yediren zarif Madagaskar balikci kartali son derece net gozukuyordu. 4 dakika sonra diger birey de gelince aile tamamlandi ve bir an bu harikulade canlinin yok olmak uzere oldugunu unuttum. Insan eli degmemis Madagaskar’daydim sanki ve ormandan gelen vangalarin, asitilerin, kualarin ve Madagaskar’a has daha bircok kusun sesi bu fantaziyi bir sure daha sarilmama imkan verdi. Ama rehberim Jacques’in “Diger kuslari da gormek icin acele etmemiz lazim” demesiyle kendime geldim ve istemeyerek yok olan Madagaskar’in sembolu balikci kartalina veda ettim.
        Gunun geri kalaninda gorduklerimiz moralimi duzeltti. Schlegel’in asitisi denen ve sirf Madagaskar’a has bir kus ailesinin bir turunu ilk kez gozlemenin yaninda, kirmizi yuzlu kua, Madagaskar ibibigi, kanca-gagali vanga ve mavi vanga gibi bircok adaya ozgun kusu gozlemledim. 1.5 metrelik bir Madagaskar boa yilanini da gormek cok etkileyiciydi.  Madagaskar’daki yilanlarin hicbiri zehirli olmadigindan, korkmadan bu kudretli canliyi elime aldim ve tum agirligina ragmen, hicbir kasini kipirdatmadan, huzur verici bir serinlikle kolumdan boynuma kaymasina hayran kaldim. Bir sure sonra sikilan yilan, kendini yavasca yere sarkitti ve gibi bir agacin koklerinde kayboldu. Koklerine sigindigi bu agac, en az kendisi kadar etkileyiciydi. 40 metreyi gecen 3 baobab agacinin yanindaydik ve aklim boylesi bir goruntuyu kavramakta gucluk cekiyordu. Daha once gordugumuz baobabin tersine, bu turun govdei cok uzun ve dumduzdu. Yanyana duran bu 3 agac, sanki yok olmanin esiginde olan bu ormanin son bekcileriydi.
Ilerleyen gunler de ayni sekilde dolu, heyecanli ve sayisiz ozgun turle dolu gecti. Yine de gitmemize birkac saat kala, hala cok gormek istedigim turu gorememisdim. Dunyada sirf bu ormanda gorulen Van Dam’in vangasi, en onemli hedefimizdi. Madagaskar ve civarindaki adalara has vanga ailesine dahil olan bu turu saatlerce aradiktan sonra, en sonunda usta rehberim Jacques’in sayesinde sesini takip ederek bulduk ve buruk mutlulugum tamamlandi. Yine de bu kadar dar bir alana hapsolmus bir turun onumuzdeki yillarda ne kadar sansinin oldugunu dusunmeden edemedim.
        Hava kararmaya baslamisti ve artik yeni bir kus turu gormekten umidi kesmistim. Fakat Jacques daha pes etmemisti. Aniden koluyla onumu kesti ve ileriyi isaret etti. Alacakaranlik orman zemininde, ender iki Madagaskar tepeli ibisi, iki dusunur edasiyla agir agir ilerliyor, arada bir topragi gagalayarak bulduklari boceklerle besleniyorlardi. Beyaz kanatlarini saymazsak yok ettigimiz kelaynagimiza cok benzeyen bu kuslari gorunce, dusunmeden edemedim. Bir zamanlar bizim topraklarimizda da, bu kusu andiran kelaynaklar tum zerafetleriyle dolasiyorlardi. Ama dusunmeden vuruldular ve bilincsizce kullandigimiz DDT yuzunden yedikleri boceklerden zehirlenerek topraklarimizdan silindiler. Artik dunyada dogal ortaminda ysayan tek kelaynaklar Fas’da ve biz bir milli hazinemizden daha yoksun kaldik. Acaba biri Suleymaniye Cami’ni yerle bir etse halkimizin tepkisi ne olur? Maalesef biz yuzyillardir bunun denkini dogal hazinelerimiz icin yapiyoruz ve bunu umursayan, “Durun, yapmayin” diyen hemen hic kimse yok.
 
 


Mercanlar ve dikenler


 




        Ampijaroa’dan sonraki hedefim, adanin geneybatisinda, “Dikenli col” diye bilinen ekosistemdi. Adanin bu kismi, Hint Okyanusu’ndan gelen yagmur bulutlarinin Madagaskar’in ortasindaki daglara takilip yuklerini nbirakmasi sonucu bir “yagmur golgesi’ altindadir ve cok az yagis alir. Bu yuzden, Madagaskar’in bu kismi, kumda yetisen baobablar, kaktusleri andiran, Madagaskar’a ozgun Didiereaceae bitkileri ve daha bircok susuzluga dayanikli bitkiyle kaplidir. Bu ilginc bitkilerin arasinda, Coquerel kuasi, Uzun kuyruklu yer alakargasi,  mesiti gibi sadece bu bolgeye kisitli bircok kus ve diger canli yasamaktadir. Ote yandan, burasi Madagaskar’in en hizla yok olan ozgun yasam ortamidir. Her ne kadar Madagaskar’in ormanlari buyuk tehlike altindaysa da, en azindan bu ormanlarin bir kismi koruma bolgelerinin icindedir. Maalesef bu dikenli orman” icin gecerli degildir ve burasi cevre koylulerinin ineklerini ve kecilerini salmalari, yakacak odun ve odun komuru icin tahrip etmeleri nedeniyle giderek kuculmektedir ve birkac yila kadar tum ozgun canlilariyla beraber ortadan kalkicagindan korkulmaktadir.
        Tum bunlarin dogrulugunu bu garip ortama ilk ziyaretimde gordum. Yercekimini inkar edercesine goge uzanan incecik Diderea bitkileri, yere saplanmis dev sut siselerini andiran buraya ozgun minik baobab agaclari ve surekli elbiselerime takilan dikenli calilar, buranin Madagaskar ormanlarindan ne kadar farkli ve ne kadar kendine has bir ortam oldugunun gostergesiydi. Buranin kuslari konusunda uzman olan Musa’nin pesinde yururken, dikenli ormanin ne kadar tahrip edildigini gormemek mumkun degildi. Bircok kucuk agac govdesi odun yiginlari halinde patikanin kenarina yigilmis, 2 tane ciliz inek ise istahla ender bitkileri yiyordu. Buradaki genic captaki tahrip yuzunden, 20 yil oncesine kadar dikenli ormanda gorulen lemurlar artik burada yasamiyordu. Dogal ortamlarinin yok edilmesinin yaninda, fakir halk da lenurlari yemek icin avlamisti. 
        Butun bunlara ragmen, Musa’nin essiz rehberligi sayesinde bir gun icinde buraya has tum kuslari gormeyi basardim. Tabi bu, bu kuslarin soyunun tukenmeyecegi anlamina gelmiyor. Burada fazla su olmadigindan besin bulmak zor ve kuslar yasadiklari bolgeyi diger bireylerden savunuyorlar. Boyle bir kus hayati boyunca birkac hektarlik bir alanda yasiyor ve buraya kus gozlemeye gelenler oldugundan, Musa’da bunlarin yerini biliyor. Fakat dikenli ormandan geriye cok az kaldigi icin, bu kuslar oldugunde yerlerine gelen bireyler cok az. Bu yuzden birkac yila kadar buradaki bazi turler ortadan kalkabilir. Simdiye kadar gordugum kuslar arasinda en guzel oldugunu dusundugum birkac tur dikenli ormanda yasiyor ve bunlarin ortadan kalkacaginin dusuncesi bile cok aci. Bir Mona Lisa ne kadar estetikse, bu kuslar da biyolojik acidan o kadar estetik ama maalesef Mona Lisa kursun gecirmez camin arkasinda korunurken, bu kuslar ve yasadigi ortamlar, baltalalar, inekler ve giderek artan bir nufus tarafindan yok ediliyor.
Ifaty’nin karasal ekosistemlerine olanlarin benzerleri, sualtindaki mercan yataklarinin da basina gelmis. Madagaskar’daki en zengin ve en guzel mercan yataklarinin bulundugu bu bolgede sualti incelemelerim esasinda, mercanin buyuk bir kisminin parcalandigini ve olmus oldugunu farkettim. Balik cesitliliginin cok yuksek olmasi gerekirken, gorduklerim beni hayal kirikligina ugratti. Sanki bir moloz yigini ile karsi karsiyaydim. Bunun sebebini sordugumda, aldigim cevap beni pek sasirtamdi. Balikcilarin dikkatsizce capa atmasi ve turistlere satmak icin mercan toplamasi, mercan olumumunun eonemli bir sebebiydi. Fakat en buyuk tahribi, topragin uzerindeki bitki ortusunun yok edilmesinden dolayi ortaya cikan erozyon yapiyordu. Mercanlar sualtinda ve kiyidan birkac yuz metre acikta olmasina ragmen, yagmurlu mevsimde denize akan toprak akintiyla aciga surukleniyor ve mercanlarin ustunu orterek olmelerine yol aciyordu. Dogal bitki ortusunun yok edilmesi sonucu ortaya cikan erozyon, ust toprak katmanini yok ettigi gibi, mercanlari da oldurerek buraya dalmak icin gelen turistlerin sayisini azaltiyor ve yore halkinin gelir kaybetmesine yol aciyordu. Maalesef bu essiz bolgenin sualti da yeryuzu de insanlardan cok cekmisti ve cekmeye devam ediyordu. 
 


Muhtesem yagmur ormani

        Adanin bir o kadar dertli baska bir ekosistemi ise, Madagaskar’da en cok tur barindiran dogal ortam olan adanin dogu kiyisi boyunca uzanan yagmur ormani. Hint Okyanusu’ndan gelen nemli havanin adanin orta kesimindeki daglarda yogunlasip yagmur olarak yagmasi sonucu, Madagaskar’in dogu kisimi yagmur ormaniyla kaplidir-daha dogrusu kapliydi. Gunumuzde bu yagmur ormani, orijinal yuzolcumunu %90’ini kaybetmis ve hizla kaybetmeye devam etmektedir. Binlerce canli turunu barindiran bu ormandaki turlerin cogu daha tanimlanmamaistir ve bircok turun insanlar tarafindan bilinmeden yok olacagi tahmin edilmektedir. Icindeki kimyasal bir madde kan kanserini tedavi eden bir bitki turunun Madagaskar yagmur ormaninda bulundugu dusunulurse, yagmur ormaninin bircok canliyla beraber hizla ortadan kalkmasinin insanlik acisindan ne kadar buyuk bir kayip oldugu asikardir. Dunyadaki ilaclarin yaklasik yarisinin dogada bulunan kimyasal maddelerden kaynaklandigini goz onunde bulundurursak, bu canlilarin yasadigi dogayi amansizca yok etmek, bir bakima tip dalinda Nobel odulu almis yuzlerce bilimadaminin laboratuarlarini yikmakla es degerdir.
        Tabi tum bunlari adanin fakir halkina anlatmak hic kolay degildir. Gittigim dunyaca unlu Perinet ormani bile tamamen tarlalar, otlaklar ve okaliptus fidanliklari ile cevriliydi ve anladigim kadariyla her yil bir kismini cevresindeki yanginlar nedeniyle kaybediyordu. Bu orman, adanin en bozulmamis ormanlarindan biri olmasinin yaninda, zamanimizin en buyuk lemur turu olan (insanlar yok etmeden once goril buyuklugunde lemurlar yasiyordu) ve kuyruksuz olmasi, buyuk govdesi ve yuz ifadesiyle neredeyse bir sempanzeyi andiran indri veya yoresel adiyla babakotoyu barindirir. Bu hayvanin bu ismi almasinin hos bir efsanesi vardir. Bir gun Koto ile oglu ormana agac kesmeye giderler. Fakat 3 gun gecer ve hala ortalarda yokturlar. Bunun uzerine koyluler Koto ile oglunu aramak icin orman giderler. Saatlerce ararlar fakat kimseyi bulamazlar. Aniden tuyleri urperten bir haykiris duyarlar. Sesin geldigi yone gidip bakinca gorurler ki bir agacin tepesinde, daha onceden hic gormedikleri, insana benzer iki yaratik duruyor. Anlarlar ki baba Koto ile oglu buyulenmis ve bu hayvanlara donmusler. Rivayete gore de o gunden beri de Madagaskarlilarin bu hayvana “babakoto” dedigi iddia edilir.
Bu ormani daha goru gormez, hayran kalmistim. Adanin hicbir yerinde gormedigim kadar yuksek, sarmasiklarla kapli agaclar, cesit cesit kus, surungen ve memeli burayi cok ozel kildi benim icin. En cok da, daha onceden hic gormedigim, sirf bu adaya ozgun, kirpiye benzeyen tenreklerin bir turune rastlamak oldu. Bocekle beslenen bu yaratiklarin kokenlerinin onmilyonlarca yil once, kitalarin daha birlesik oldugu caglara dayandigi dusunulur. Buna en iyi delil, bu hayvanlarin en yakin akrabalarinin orta Afrika ve Kuba’da yasamasidir.
 

Perinet ormaninda, dunyanin en buyuk yasayan lemur turu indri.
Indrilerin yasam bolgelerini ilan etmeleri, ormanin en etkileyici sesi.
Tabi Perinet’in guzellikleri sirf tenreklerle sinirli degildi. Ertesi sabah erkenden yola cikarak, yagmur ormanina ozgun kuslarin pesine dustuk. Az ziyaret edilen ucra Mantady bolgesine giderek, sarmasiklarla kapli dar patikalarda, ender orman kuslarini aradik. Kadife asiti, sari kasli oksilabes, kirmizi tacli kua, cizgili bogazli jery gibi ilginc isimlere sahip olan bu kuslarin kendileri de isimleri kadar guzeldi. Ama Perinet'deki en etkileyici tecrubem, suphesiz ki babakoto ile ilk karsilasmamdi. Ben bir guguk alakargasini izlerken, aniden duydugum bir haykirisla tuylerim urperdi. Bu babakoto veya latincesiyle Indri indri idi. Bu haykirisa digerleri katildi ve bir sure sonra orman bu muhtesem koroyla yankilaniyordu. Bir ayinle yangin alarminin karisimi olan bu ses, tarih oncesinden, milyonlarca yil once Madagaskar'a lemurlarin hakim oldugu zamandan geliyordu. Ne acidir ki insani heyecanla titreten bu harika sesin sahibi ve daha bircok muhtesem canli, Madagaskar'in en cesitli ama ayni zamanda da en tehlikedeki dogal ortami olan yagmur ormaninda yasiyor. Bunlar gibi Madagaskar'in diger kesimlerinde yasayan, %95'i dunyanin baska hicbir yerinde bulunmayan, doga harikasi baska canlilar da adanin nufusu her 20 senede bir ikiye katlanan son derece fakir halkinin merhametine kalmis durumda ve gelecekleri hic iyi gozukmuyor. Bir tahmine gore bu canlilarin yarisi onumuzdeki 20 sene icinde yok olacak. Kelimenin tam anlamiyla bir dunya mirasi olan ve dunyanin bir numarali doga koruma onceligi ilan edilmis Madagaskar ve canlilarini korumak hepimizin sorumlulugu. Doganin korunmasinda cok onemli olan nufus planlamasi ve az tuketimi hedeflemenin yaninda, birgun Afrika'ya tatile gitmeyi dusunurseniz, Madagaskar'a mutlaka gidin. Dunyanin baska hicbir yerinde goremeyeceginiz essiz bir dogayi ve kulturu gormenin yaninda, bu ziyaretinizle biraktiginiz gelirle dunyanin en ozgun ve en tehlikedeki canlilarini korumada bir payiniz olmasinin mutlulugunu hissedeceksiniz. Bu benzersiz dunyanin yok olmamasi hepimizin gorevi.
DOGA FOTOGRAFCILIGI
            Doga fotografciligi, fotografin en zevkli dallarindandir.  Dogayla ilgilenen hemen hemen herkes, kendi capinda doga fotograflari cekebilir. Bu dalda hizli ve guclu lenslerin, gelismis isik sistemlerinin ve diger ekipmanin onemi buyuktur. Fakat en onemlisi, fotografcinin kendi gorusu ve konusunu iyi tanimasidir. Doga uzerinde bilgisini surekli arttiran ve kendisini bulundugu dogal cevreyle bir hisseden bir insanin gorusu, bilgisiz ve dergi ve kitaplarda gordugu goruntulerin benzerlerini cekmeye calisan birinin yuzeysel gorusunden cok daha derin ve kapsamli olacaktir. Bu olgunluk, cekilen fotograflarda da kendisini belirtir.
En onemlisi, resmi cekilen canlinin huzursuz edilmemesi ve zarar gormemesidir. Hayvanlar, fazla yaklasilmasindan ve surekli goz temasindan huzursuzluk duyarlar ve  yirtici bir hayvandan saklanmakta olan bir hayvanin korkutulup saklandigi yerden cikmasi ya da yuvasina fazla yaklasilinca yuvasini terkeden bir kusun yavrularinin olmesi gibi bazi durumlarda, bu resmi cekilen canlinin olumune bile yol acabilir. Dogabilim uzerine kitaplar ve dergiler okuyan, belgeseller seyreden, kisaca dogayi iyi taniyan bir fotografci, daha iyi fotograflar elde edecegi gibi, neyin resmini cektigi canlilara zararli olacagini daha iyi bilir ve bu dogayi tanimanin beraberinde getirdigi saygiyla da, verilen zarari en aza indirir. 
            Tabi bu felsefe, iyi fotografcilik teknigi, mumkun oldugunca gelismis ekipman ve ekipmani iyi tanimayla butunlesmelidir. Fotografciligin her dalinda oldugu gibi, teknik konularda ustunluk, teknik problemlerin fotografcinin kafasindaki goruntuyle cekilen goruntu arasina girmesini mumkun oldugunca azaltarak, bireyin kendi gorusunu daha net bir sekilde ifade edebilmesini saglar.
            Doga fotorafciligi, her biri bir uzmanlik dali olan bircok kategoriden olusur ve kisinin bu dallardan bir ya da birkaci uzerine yogunlasmasi, hem gerekli maddi yatirimi dusuk tutacak, hem de cekilecek fotograflarin kalitesini arttiracaktir. Baslangic icin bir 35 mm SLR (Single lens reflex) fotograf makinesi,  20-28 arasi bir genis aci, 35-135 mm arasi bir lens ve yakin cekimler icin 70-300 arasi bir telefoto zoom idealdir. Tabi makinanin titremesini azaltip netligi arttiran bir tripod, yansimayi azaltarak renkleri daha canlilastirabilen bir polariza filtre ve bir flas cok onemli aksesuarlardandir.
Bircogumuz fotografciliga manzara resimleri cekerek baslariz. Bu fotografciligin belki de en eski dalidir. Hatta 1816'da fotografi icad eden Niepce'nin en taninmis resimi, odasindan cektigi bir manzara resmidir. Bu dal fazla bir yatirim gerektirmeyip kolay gozukse de, dinamik ve etkileyici manzara fotograflari elde etmek ustalik gerektirir ve surekli yeni bakis acilari aramak sarttir. Mumkun oldugu surece tripod kullanilmasi ve filmlerin dusuk grenli (25-100) olmasi, kaliteyi arttiracaktir. Imkan varsa, film alaninin daha buyuk oldugu ve goruntu kalitesinin daha yuksek oldugu, 4*5 veya 6*7'lik buyuk format fotograf makinelerine gecilmelidir.
Doga fotografciligi denince cogumuzun aklinda yabanil hayvan resimleri gelir. Bu dal icin 200 mm'nin uzerinde, mumkun oldugu kadar genis bir diyaframa sahip lensler kullanilmali, tabi boyle agir lensler elde titreyebilecegi icin, iyi bir tripoda da sahip olunmalidir. Gerekli malzemenin mumkun oldugu kadar saglam ve hafif olmasi sarttir. En onemlisi de, hayvanlari cok iyi tanima ve sabirli olmakdir.
            Eger vahsi ve egzotik hayvanlarin fotografini cekmeye calismak butcenize uymuyor ve zorlu gozukuyorsa, ayni derecede egzotik ama yanibasinizdaki canlilarin makro fotograflarini cekebilirsiniz. 1:2, 1:1 ve hatta 2:1 buyutebilen makro lenslerin yaninda bir flas ve tripodla hemen ilginc boceklerin, jeolojik olusumlarin, ciceklerin ve dilediginiz her kucuk ve ilginc seyin fotografini cekebilirsiniz. Eger butceniz kisitliysa, elinizdeki normal lense takilabilecek makro filtreler veya extension tubeler de kullanilabilir.
            Sualti fotografciligi tamamiyla farkli bir dunyadir. Sirf bu dal icin yapilmis Nikonos gibi su alti sistemlerini kullanabilir veya elinizdeki kamera icin yapilmis sualti muhafazalarindan alabilirsiniz. Iyi bir sualti aydinlatma sistemi, birkac metreden sonra ortaya cikan mavilesmeyi onleyecek ve renklerin doygun olmasini saglayacaktir.
Goruldugu gibi doga fotografciligi basli basina bir dunya. Bu bahsedilen temel dallarin yaninda, mikroskopla fotografcilik, kus yuvasi fotografciligi, infrared fotografciligi gibi bircok bransi daha var. Konunuzu iyi ogrenin, kendi gorusunuzu gelistirin ve makinenizi alip kendinizi dogaya birakin. En onemli seyin doganin korunmasi oldugunu da unutmayin.


Giris